7 Aralık 2012 Cuma

MİRAS DEĞİL ALINTERİ

Dolaştığım blogların çoğunda gördüğüm kadarıyla herkes sanat, yemek, sinema, müzik gibi konularda yazıyor. Ne kadar çok sanatı, sanatçıyı seven bir milletimiz varmış ama nerede bu insanlar? ben pek göremiyorum etrafta diye düşünmeden edemedim. Herhalde benim çevrem biraz avam.

Bugün testesteron yüklü bir meseleyi yazmak istedim. Ecnebilerin petrolhead dedikleri bir insan grubu var en ünlülerinden biri Jay Leno. Otomobil meraklısı yani ama bizdeki tatmini zor, medyatik müteahhit Ağaoğlu gibi parayı koyacak yer bulamayıp, her biri aga plakalı arabalara parayı yatıran araba meraklısı değil. Daha sofistike, otomobilin her şeyiyle uğraşan, mühendisliğini, tarihin bilen, nadide parçaların peşinde koşan insanlar bunlar. Bir çiftliğin arka bahçesinde 30-40 yıldır unutulmuş otomobillere tonla para, yüzlerce saat emek verip yürür hale getiriyorlar.

Sued solisti Brett Anderson'un yıllar önce ''Ben hiç deneyim yaşamamış bir geyim'' gibi saçma sapan bir açıklamasını okumuş ne demek lan bu diye kendi kendime düşünmüştüm. Yıllar içerisinde maddi faktörler sebebiyle ben de kendimi hiç deneyim yaşamamış bir petrolhead gibi hissetmeye başlamış ve Brett Anderson'u daha iyi anlamış bir haldeyken genelde pek yanımda olmayan şans yüzüme güldü ve hiç planda yokken çok iyi şartlarda yeniden bir otomobil sahibi oldum. Normalde bu tip konuları konuşmak bizim ailede ayıplanır, çocukken bizim sokakta bir sürü çocuğun kirden kapkara olmuş ellerinde, üzerinde burunlarından akan sümükleriyle karışmış tereyağ bal olan ekmeklerle sokaklarda oynadığını hatırlarım. Ben acıktığım zaman eve gitmek zorundaydım, bizde sokakta yemek yemek ayıptı, alan var alamayan var. Ne kadar soylu bir ailemiz olduğunu araya sıkıştırdıktan ve büyük ihtimalle beni tanıyan kimsenin bunu okumayacağını varsayarak artık görgüsüzce küçük çaplı da olsa fiili petrolhead olmama vesile olan bu otomobilden bahsedebilirim.

İş yaptığım bir tanıdığım, arkadaşım kendine yeni bir araba aldığı için eski Mazda RX-8' ini çok iyi şartlarla bana sattı. Rasyonel olarak meseleye yaklaştığınızda gerçekten otomobilin savunulacak hiç bir yönü yok. 4 kişi zar zor sığıyor, arkadan itişli, kışın ıslak yolda çok dikkat gerektiriyor, motoru bittiği zaman yenilenemiyor, komple yeni motor almak gerekiyor, tüketim değerleri ve dolayısıyla sera gazı salınımı öyle seviyelerde ki yanlarından geçeceğim bir grup greenpeace gönüllüsünün beni taşlamasından endişeleniyorum.

Bütün bu düşünceler arabanın direksiyonuna oturduğunuzda aklınızdan siliniyor sonra insan kendi kendine, yahu vergisi düşük, bakım masrafı o kadar da pahalı değil diye tedaviye başlıyor.

İnsan çok plan yapmadan ihtiraslarıyla ve arzularıyla yaşamalı Mazda da bu kapsama giriyor. Ben hep öyle yaptım şimdiye kadar ama böyle yaşamak biraz masraflı oluyor çok da borç yaptım onu da belirteyim. Bu yazıyı okuyan birisi bu cümlemi erotik bir yöne çekerse eşşektir. Başka bir konudan bahsediyorum. Ayrıca erotiklikte böyle olursa daha iyi olur bence. Kendine kendine gelin güvey olana yarım altın takar geçerim AHA HAHAH. İnşallah bunları okuduktan sonra kendimden utanmam.

Bitirirken son sözüm arabamın çamurluğuna vurup, çökerten yavşağa. Kimsin bilmiyorum ama öteki tarafta iki elim de yakanda olacak.

Bu yazıya bundan iyi daha ne olur.



6 Aralık 2012 Perşembe

Başlarken

Bana birisi ''bir gün blog yazacaksın sen, bak buraya yazıyorum (parmağını diline sürüp yazarmış gibi yapıyor)'' gibi bir cümle kurmuş olsaydı, suratına sesli gülerdim herhalde. Dün yazmaya karar verdiğimde daha önceden bir sayfa açma denemelerim olduğunu şaşkınlıkla gördüm. Adını da Intimacy koymuşum. Tabi güldüm bu aptal başlığa, sarhoştum herhalde.

Aslında çocukluğumdan beri içimde yanan bir kitap yazma ateşi olduğunu itiraf etmem lazım. Masaya, oturup yazmaya sebat edersem çok güzel bir eser çıkaracağıma dair inancım tam mamafih bu inancımı muhafaza ederken tarihin tozlu raflarının ancak iki, üç kişi tarafından okunup, üzerlerine işendikten sonra çürümeye bırakılmış boktan kitaplarla dolu olduğunun da farkındayım. Bu kitapların yazarlarının da içinde böyle bir ateş olmasa boktan kitapları yazmazlardı. Blog yazmak benim için bu anlamda jimnastik olur ümidi içerisindeyim.


İlk yazımı sonlandırmadan bloğumun adına esin kaynağı olan Türkiye'ye ilk kez benim getirmiş olduğum Manic Street Preachers'dan  bahsetmezsem olmaz. 1993 yılında hayatıma ilk kez Gold Against Soul albümünü ''ne güzel adı var bu grubun, nasıl bişey acaba?'' diye almamla girmişti. Kaseti teybe takmamla birlikte başlayan aşağıdaki şarkıyı ilk dinlediğimde hassiktir demiştim. Hala dinlediğimde aynı şeyi derim. 10.700 kere dinlenmiş yutupta, yazıklar olsun size yavşak dünya insanlığı, nefret ediyorum hepinizden.